2025 Bahar Direnişleri, halkın sokaklara döküldüğü, polis barikatlarının aşıldığı ve öğrencilerin dersleri boykot ettiği bir dönüm noktası oldu. Bu direniş dalgası, uzun zamandır içselleştirdiğimiz militarist baskının görünürlüğünü artırarak, sivil itaatsizlik temelinde aşılmaya çalışıldığı önemli bir eşik yarattı. Toplumsal hayatın adım adım militarize olmasıyla birlikte, bu direnişler, şiddete karşı sessiz kalmanın edilgen bir onay anlamına geldiğini ve özne olarak hepimizi çözülüşe sürüklediğini gösterdi.
Sivil İtaatsizlik ve Kolektif Direniş
Judith Butler'ın dediği gibi: "İnsanlar yalnızca söyledikleriyle değil, nerede ve nasıl bir araya geldikleriyle de politika yaparlar." Bahar Direnişleri ile yeniden canlanan sivil itaatsizlik, tepkisel bir refleksten öte, kolektif bir özneleşme süreci yaratarak, militarizmin zihinsel kodlarımızı kuşattığı bir ortamda yeni bir varoluş biçimi arayışına dönüştü. Sivil itaatsizlik, iktidarın sürekli krizler yaratarak polis şiddetini normalleştirdiği bir ortamı reddetmenin en etkili yollarından biridir.
Giorgio Agamben'in olağanüstü hal teorisi, modern devletin bu durumu bir yönetim biçimi olarak kullanarak şiddet tekelini hayatın her alanına sindirmesi ve normalleştirmesiyle örtüşüyor. Bu "istisna hali" sürekli hale geldiğinde, sadece haklarımızdan değil, varoluşsal öznelliğimizden de mahrum kalıyoruz.
Barış İçin Demilitarizasyon ve Vicdani Ret
Barış meselesi, sadece silahların susmasıyla sınırlı kalmamalı; şiddetin tüm formlarının çözülmesini içeren çok katmanlı bir demilitarizasyon süreci hedeflenmelidir. İlk Barış Sürecinde yaşananlar, halklar arası yakınlaşma ve siyasal çözüm umudu getirmiş, barışın toplumsallaşmasına yönelik bir zemin yaratılabileceğini göstermişti. Bugün yeniden yükselen "PKK silah bıraksın" çağrıları, ancak devletin de demilitarize olmasıyla, yani Kürt sorununu bir güvenlik meselesi olarak görmeyi bırakmasıyla karşılığını bulabilir.
Vicdani ret, zorunlu askerliğin hukuk dışı olmasına rağmen geçerliliğini koruduğu bir ortamda, militarizme karşı doğrudan bir reddiyedir. Askerlik, erkeklik ideolojisinin yeniden üretildiği, milliyetçiliğin kutsandığı ve itaatin normalleştirildiği bir aygıttır. Vicdani ret ise buna karşı bir duruştur.
Byung-Chul Han'ın işaret ettiği "görünmez iktidar", baskının görünmezleşmesiyle kalmaz, bireyin arzularının ve davranış kalıplarının iktidar tarafından içeriden yeniden şekillendirilmesiyle tamamlanır. Vicdani ret, sadece dışsal güçlere karşı değil, içsel otoriter yapılara karşı da bir direniştir. Savaşmamanın ötesinde, "militer benlik" haline gelmemektir. Dolayısıyla vicdani ret, savaş mantığını, devletin şiddet tekeline teslim olmayı ve militarizmin gündelik hayatı kuşatan kodlarını reddetmenin bir yoludur.
Barışın Toplumsallaşması ve Kolektif İmalat
Barış, sadece "masalarda" yürütülen bir süreç değildir. Halklar arası ilişkilerde, sokakta, evde, okulda her yerde kurulan ve yukarıdan "tesis edilen" bir düzenin aksine, aşağıdan inşa edilen müşterek bir haldir. Bu müşterek hal ise ancak militarist dilin ve şiddet kültürünün reddiyle mümkün olabilir.
Savaşları durdurmanın yolu, savaşın meşruiyetini üreten tüm yapıların çözülmesinden geçer. Vicdani ret bu yapıları çözmeyi hedefler: Militarizmin toplumsal meşruiyetini sorgular, savaşın ideolojik temelini sarsar. Sadece bireysel bir tercih değil, kolektif bir direniş formudur.
2025 Bahar Direnişleri, sivil itaatsizlik pratikleriyle bu yönde güçlü bir potansiyel taşıyor. Direnişlerin açtığı antimilitarist yarılma, vicdani ret ile yeniden buluşursa, militarizmin kuşattığı her hal ile yüzleşmek mümkün hale gelir. Barış kendiliğinden gelmeyecek; devletin imal ettiği rızanın tam karşısında durarak ve üretilen rızayı çözerek, barışı imal edeceğiz. Bu imalat, reddedişle başlayacak ve dayanışmaya, yataylığa, öznelliğe, müşterekliğe dayalı yeni ilişkiler yaratarak ve toplumsal bağlar kurarak devam edecek.
"Yüreği Elinde, Barış İçin Gezen" Sırrı Abiye sözümüzdür: Barış olacak!